Zaman hep geçer. Önemli olan, sen zaman geçerken, onunla geçebiliyor musun zamandan? Geçerli misin her zaman yaşam öykünde, yoksa tedavülden kalkıyor musun zaman zaman..? “Bizim zamanımızda” diye bir söz vardır. Bu söz… Tedavülden kalkmış olmanın resmi onayıdır. İnsan sanıyor ki her şey sadece daha şanslı olduğunda mutaber. Daha şanslı yani daha genç, daha zengin, daha hızlı, daha huzurlu falan falan falan olduğunda, işte sanki daha şanslısın ve her şey sadece bu şansla mümkün. Herkesin de zamanı, hep bu varlık sayılan, şans sanılan şeylerle var gibi kabul edilir. O zaman geçer ve hüzünlü, tozlu, puslu sahnelere bırakır insan kendini. Cümlelerine böyle kasvetler kata kata anlatmaları başlar bir şeyleri. Daha da çok dünleri anlatır olur hatta. Çünkü zamanı bitmiştir yaşamaya. Özene üzüle dökülür o sözcükler ruhundan… “Bizim zamanımızda……”
Oysa zaman hep akar ve sen de damlaya damlaya kendini var edersin zamanda.
Seni senden çaldığını zannedersin zamanın. Eksildiğine odaklanırsın hep. Güzelliğin / yakışıklılığın, dik duruşun, herkesteki işe yararlığın, hafızan, yiyebileceklerin, yapabileceklerin eksilirken, sanırsın ki azaldın. Değil! Ya sende birikenler? Ya tecrübelerin, ruhuna kattığın anlamlar, yeni tanıdığın canlar, başarıların, başarısızlıkların, fotoğrafların, anıların, seni sen eden her bir çentik ve olduğun sen şekil? Bunlar ne oluyor peki? Düşün, bir şiir okuyor biri. Diyor “Kayanın üzerindeki yosun gibi şimdi duygularım.” 17 yaşında biriyle aynı masada duyuyorsun bu şiiri. 5 yaşında bir çocuk da dinliyor aynı masada. Kim tadına varır o kayadaki yosunun? Hatta kim duyar, fark eder o şiiri? 5 yaş sıkılır, 17 yaş dalga geçecek yer arar, sen dalar gidersin anlaşıldığını düşlediğin yerlerine şiirdeki harflerin. Büyümek, daha iyi görebilmek için uzak ve yakın gözlüklerin gibidir. Hasarlı olan bakışını düzeltir büyümek. Taze sanırsın sen ruhunu ki tazedir ilk zamanları ama hayat demlenmiş yerindedir ruhunun. Sırf işte bundan, büyüdükçe daha da lezzetlenir, tamamlanırsın. Eksilmez, eskimez, kendinden geçmezsin. Kendine gelirsin. Tabi tedavülden kaldırmazsan kendini… Ununu eleyip, eleğini de duvara, tavana, artık nereyeyse, asmazsan…..
Annem hiç eskimedi…
Anneme şaşırırdı onu tanıyanlar. Gerçi bir insanı tanımak da hayli iddialı bir söylem. Birini tanımanın da tanımını iyi yapmak lazım. Birini tanımak, bir sonraki harfinin rüzgarını kestirebilmek demek bence. Öyle yıllarını beraber geçirmekle, evlat, eş, anne, baba, kardeş, dost, komşu olmakla tanınmaz insan. Neye kızıp neye sevineceğini bilmek demek değildir bir insanı tanımak. Sadece kendine etki edecek yerlerini ezberlemek demek değildir birini tanımanın yeterliliği… Birini tanıma sınavından geçilmez böyle. Yerleşemezsin sen gerçekten tanımadan o yüreğe… Sende de yer edemez, gerçekten tanımadığın biri… Şehri ya da işi değiştirdiğinde ya da cennete gittiğinde…. İstersin sende kalsın. Ama gücün yetmez onu onsuz yaşamaya. Unutur, hissizleşir, bomboş hissedersin. Sevgisizlik böyle büyür işte. Sen sevgiyi büyütmezsen yüreğinde, dönüp de bir şeyleri, düzeltemezsin….
Annemi tanıyanlar ya da işte anneme denk gelenler bir şekilde, şaşırırlardı…
Öyle bir hayat vardı ki annemde. Anlatmek gerçekten çok mümkün değil. Mesela kim ateşin rengini anlatabilir? Çok ateştir değil mi? Ateşin rengini kodlarsın ruhuna. Çok aşık olduğunda ya da bir şeyi çok istediğinde ne bileyim çok canın yandığında, tasviren ateş deyiverirsin mesela. Anlatamadığın duygularını, anlatamadığın duygularla anlatmaya çabalamak, insanca bir şeydir. Gerçekten hissetmek ruhen ama gerçekten anlatamamak madden. Gayet normal. Çünkü insan iki tarafı da taşıyor bu dünyada. Hem sosnsuz olan tarafı yani ruhu var hem de sonlu tarafı yani bedeni. İşte bu ikisini de iyi yaşayanına, şaşırıyor insanlar. Anneme şaşıranların hikayesi biraz böyle…
Annem, çok sonsuzdu bedeni varken de…
Güzel olan her ne varsa, çoğalmak için doğmuş gibiydi. Ama bunu öyle bir yapardı ki güzelden bunalmazdı insan. Değersizleşmezdi harikalar. Öyle tabi. Harikalardan da gına gelebilir. Neden bunca tatminsiz dünya? Annem hem burnunu sürterdi senin hem de en kıymetlisi olurdun aynı anda. Öyle bir yaşardı ki hayatı, hiç üşenmeden. Hem en mutlu yer olurdu onun yanı hem de sürekli ders alır gibi dinlerdin hayat öğretilerini. Sıkılırdım bazen… Ne gereği var dedim içimden… En muhteşem anda, bir bilge haller falan… Ya… Tıpkı o kayadaki yosun şiiri gibi büyümek. Büyüdüm diye… Anlıyorum annemi şimdi daha çok. Annemin annesiz kalmışlığının cümleleri, bilgelik adımlarının temkinli akıl fikir stoklamaları, şimdi seçilebiliyor zamanımda… Ne yapmaya çalıştığı, şimdi öyle aşikar ki. Böyle aydınlanmalarımda, “keşke” çıkıyor içinden… Şimdi dinlemek isterdim annemi… Hak vermek, onu daha iyi anladığımın lezzetini vermek anlaşıldığını yaşamak isteyen anneme. Hediyeleşmeler halinde muhabbetler… Ama belki de illa gidecek biri, anlaşılması için… Kural böyledir belki de?
Yaşamak dolu bir kadın bugün doğdu…
Bugün günlerden 3 Mayıs. Canım Anneciğimin yeni yaşı dünya zamanında kutlu olsun. Bugün cennete nurlar yağsın. Bugün pasta alınacak ve mumlar üflenecek bu tarafta. Dualar armağan gidecek o tarafa. Taraflar arası bir kutlama olacak yine. “Sevmek, her boyutta mümkündür.” diyecek her bir zerrem. Tatlı tuzlu karışık bir 3 Mayıs daha yazılacak zamana. Yazılacak illa. Çünkü ancak var ettiklerin vardır. Hangi boyutta olursa olsun, sen eğer yaşar ve yaşatırsan kendini ve birini, o zaman varsınız topluca. Yoksa, yoksun ve yoklar…
Ben varım. Annem var. Oğlum var. Ve tüm sevdiklerim var!
Yollar, zamanlar, boyutlar ne olursa olsun! Ruhumda hissettiklerimle gerçekliğin en gerçekliğini tadabiliyorum ben. Bugün, 3 Mayıs 2022, böyle bir farkındalık armağan etmek istedim, annemin doğum günü armağanı niyetine. Çünkü sadece giden annem değil. Dünya gidenlerin ve gelenlerin hanı… Herkes yaşamayı ve yaşatmayı öğrenmeli. Sevgi olmalı yüreklerde. Hiç kadar çok olmanın mucizesine ermeli. Sırf gidenler unutulmasın, hayat gerçekten yaşanabilir olsun, savaşlar bitsin, sokak hayvanı diye bir kavram kalmasın çünkü doğa diye bir şey var ve doğada yaşayan hayvanlar. Hayvan sokak hayvanı değil. O her zaman doğada. Bastığı yeri sokak eden biziz… Onun yaşam alanını yok eden. Yani ona da yaşayabileceği alanlar kalsın yeter. Sokak ya da ev falan hep insan yaratığının uydurmaları ki çok büyük saçma uydurukluklar bunlar da… Neyse bu ayrı bir yazı konusu olsun, olmalı….. Kısacası bugün, var etmenin sihirli neşesine sarılma günü olsun. Annemle kucaklaşmam, herkesin yalnızlığına dokunsun. Üşümüş ruhlarımız, pembecik olsun… Sımsıcak bir bayramın 2. günü, doğum günü, dünya günü olsun… Beraber olsun…
Çok mutlu olmak, çok mutlu etmekle mümkün.
Ve çok mutlu olmak, etmek sadece anlamla… Çoook anlamlı bir 3 Mayıs diliyorum hepimiz için. Ben yer yer gök gürültülü ve sağnak geçişler bekliyorum tabi ruhumdan. Çünkü madde tarafı insanın, sarılmayı çok özlüyor. Bunu yadsımak da olmaz. Ama ruh tarafımıza sarılmakla, iyileşiyoruz. Hadi bugün bütün özlediklerimize, en ruhundan sarılalım olur mu..?
İyi ki doğdun canım annem Neziha Kazak…. Seni çok seviyorum…
Sevgilerimle…
Annen yanında ve senin sarıldığını hissediyor. Beden uyur sadece. Nur içinde uyusun anneciğin.
BeğenLiked by 1 kişi
Canım, çok teşekkürler. Evet bunu biliyorum çünkü her zerremde hissediyorum… Çok sevgiler…
BeğenLiked by 1 kişi
Mutlu yıllar 🎂🎁💐🙋♂️
BeğenBeğen
Mutlu yıllar 🎁💐🙋♂️🎂
BeğenLiked by 1 kişi
Harika bayramlar, sevgiler🍬🎈
BeğenBeğen
Mekanı cennet olsun nurlar içinde uyusun inşallah 🤲
BeğenLiked by 1 kişi
Amin çok teşekkürler🙏🏻
BeğenLiked by 1 kişi