Müzik… Evrendeki eşsiz büyü… Görünmeyen sarmaşık, ruhun en bilinmez noktalarını kucaklayan… Sabahın saçları şimdi Malek Janda ile taranıyor burada. Balkondayım, dışarımda kuşlar… Belki de içimde uçuşuyor özgürlükleri… Notalar… En olmazları, imkansızlıkların zehirli tellerinden çekip çıkaran savaşçılar..!
Bana soruyorlar. “ Nasıl böyle hep bir hareket ve mutluluk halindesin? “ Üstelik insan yaşıyor ve hikayesine neler neler ekleniyor bu yolculukta… Alıyor, bırakıyor….. Annem…….. Ah..! Ama yaşıyor insan. Kendince birşeyler bularak yaşıyor. Tıpkı Hansel Ve Gratel’deki gibi. Hayatta kalma yolunu, küçük mutluluk kuruntularıyla kaybetmiyor, benim gibileri… Benim mutluluk kırıntılarım da Müzik. Evet! “ Müzik “ diyebilirim yanıt olarak. İyi müzikler. “ İyi müzik de ne? “ diye sor bana hemen lütfen! Çünkü iyi müziğin peşine düşüp, müzikten nefrete yönelenler çok(!) Cevap basit. “ Sana iyi gelen müzikler!” Evet. SANA İYİ GELEN MÜZİK! Sana ne yapsan da uğramayanları değil(!)
Türk Musikisi ve Klasik Müzik ruha bilimsel olarak iyi geliyor. Bebek gelişiminde de önemli bu türden müziklerin hatta Anne karnından itibaren dinlenmesi, dinletilmesi.
Ama sana iyi geliyor mu? Müzik aslında ayakkabı gibidir. İçine sığacaksın önce, sana iyi gelebilmesi için. Rahat olacaksın nefes alırken. Seni her yere götürecek kadar konforlu olabilecek. Sıkmayacak! Sırf daha entellektüel görünmek için operadan operaya bunalanlarını çok yakiiiinen tanıyorum. – yakiiiiinim değiller asla:)- Keman sevmeyen ama bütün gece gülümseyen güzeller biliyorum. Uyuyan Güzeller(!) Bir prens bekliyorlar tam da o mecralarda amaaaa işte uyuşmadan buluşma da olmuyor! Piyanonun tuşları ciğerini dağlarken, sırıtanları var alemde… Sonra da işte o ciğer pas etmiyor(!)
Sana uymayan müzik, senin işkencecindir. Yapma!
Güzel bir sabah çünkü bana tam da uyan muhteşem notalar altında bereketleniyorum. Bu aralar daha bir dünya müzikleri karıştırıyor beni evrene. Lisandan lisana, notalarda geziyorum gezegeni hatta evreni… Dünya müzikleri ruhumu alıp götürüyor kendi coğrafyalarına. İtalyan müzisyenlerle San Gimignano’nun kulelerinde dolanabiliyorum! Ah en sevdiğim köydür İtalya’da! Toskana’nın üzüm bağları arasında, ruhuma çok iyi gelen tatlı bir yer…
Kuleler Şehri diye de tabir edilir burası. Kuleleriyle ünlü çünkü. Ortaçağ zamanında, burada kule dikmek, zenginlik göstergesi olmuş:) “ En zengin benim! Na bu da benim kulem! En uzunu, en büyüğüüü benimmm!” şeklinde kuleler dikilmiş göğe:) Sonra da “Tamam!” denmiş! “Yeter bu kadar!” Kule çılgınlığı bitmiş. Savaşlar, depremler çoğunu yerle bir etmiş… Bu güne 14 tanesi kalmış kulelerin. Ama masal gibiler hepsi de… Sakin, sıcak üzüm bağları arasında, bir varmış bir yoklarmış… Çok masalsı manzaralar arasında, beyaz şarabın gövdesine yaslanıp da lezzetlenmek burada adettenmiş… Nasıl da gelenekselimdir nasıl da:)
Müzik, seni çalar asılda, kendinden!
Kendinden geçmek iyidir. Çünkü bazen kendinde kaldığında, çevresel faktörlerin seni törpüler! Sen iyisindir ama seni başka “ Sen “ yapmaya niyet edip niyet ekleyenler, döneşirler apaçi gibi başında! Kaç işte oradan hemen! Bilet alma, bavul hazırlama! Masrafa da yorgunluğu da gerek yok! Çal! Felekten bir gün çal! Yazdan kalma bir gün çal! Bir şarkı çal! Kendini olduğun şeyden çal! Olmak istediğine giderken, alabildiğine mutlu… Kendinden geç ki kendine gel bir an önce…